Kimim ben sorusuna ‘Hayatını Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis
bir fikir işçisiyim.’[1] diye
cevap veren Cemil Meriç’in kısa bir özgeçmişiyle başlamak istiyorum. Onu daha
iyi anlayabilmek ve hayatına daha yakından bakabilmek için öncelikle kızı Ümit
Meriç’in de dediği gibi beşikten mezara kadar ilmi arayan bu insanın ailesinden
başlamak istiyorum.
Daha evlenmeden hacca giden, az konuşan ve dürüstlüğü ile tanınan Mahmut
Niyazi Bey Cemil Meriç’in babasıdır. Annesi ise Zeynep Ziynet Hanımdır. Mahmut
Niyazi Bey Zeynep Ziynet Hanım ile evlenir ve bu evlilikten önce Zehra ve
ardından Nadide adlı iki kız dünyaya gelir. Sonra İmparatorluğun sancılı
yılları başlar. Savaşlar, isyanlar, istilalar… O yıllarda aile Dimetoka’dan Edirne’ye,
Edirne’den Tırnova’ya geçer. Tırnova’da Mahmut Niyazi Bey mahkeme azası olarak
çalışır. Bulgar Tırnova’yı basar. Mevsim yazdır ve herkes kaçışmaya başlar.
Mahmut Niyazi Bey’de bir telaşla eve gelir ve ‘eşyayı toplayın’ der. Evden iki
bohça alırlar. Biri Hafız İdris Efendinin el yazması olan Kuran-ı Kerim ve
birkaç kıymetli eşyanın sarmalandığı bir bohça, öbürü ise evini, şehrini terk
etmenin şaşkınlığı içinde alınan bir parça kumaş bohçası… Anne, baba ve iki kız
evlat, dedelerinin geldiği uzak yoldan gerisin geriye dönmektedir. Aile trene
tam bineceği sırada peronda küçük bir kız çocuğu ile karşılaşır. Çocuk ailesini
kaybetmiş, hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Bütün aramalara rağmen ailesi
bulunamayan bu yalnız çocukta konvoya katılır ve bu kafile bir daha
dönemeyeceği ecdat topraklarını terk ederek trenle İstanbul’a gelir. Ancak aile
İstanbul’a yerleşmeden Hatay’a yerleşir.
Ailesinin bu bir kuşak önce İmparatorluğun neredeyse bir ucundan diğer
ucuna Balkanlardan Hatay’a göç etmesi Cemil Meriç’in gerek psikolojik yapısı,
gerekse toplumsal kişiliği üzerinde son derece etkili olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük bir sancıyla parçalanışı ile Cemil
Meriç’in doğum sancısı birleşip adeta onun ruh dünyasında kristalleşmiştir.[2]
Onun ruh dünyasına gelmeden önce annesinin yaşadığı doğum sancısına yani
12 Aralık 1916 tarihine değinirsek; Cemil Meriç 12 Aralık 1916 tarihinde
Hatay’ın Reyhanlı kazasında dünyaya gelmiştir. Dört yaşında zorla anne sütünden
kesilen küçük Cemil az bir zaman sonra okumayı öğrenir.[3]
Okumaya başlamasının ilk yılında dört derece miyop gözlükle tanışır. Bu sırada
babası memuriyetten ayrılır ve doğumundan, yedi yaşına kadar kaldığı
Antakya’dan Reyhanlı’ya dönerler. Aynı yıl Reyhanlı Rüştiyesi’nde okula başlar.
İlkokul üçüncü sınıftan itibaren Fransızca dersleriyle okumasına devam eder.
İlkokulu bitirir bitirmez Antakya’ya gider ve Antakya Sultanisi’nde ortaokula
başlar.[4]
Lise yıllarına gelmeden önce kızı Ümit Meriç’in aracılığıyla onun ruh
dünyasını kendi ağzından dinleyelim:
‘Sekiz yaşına kadar ki hayatım bulanık, başsız, sonsuz bir hatıralar
yığını. Babam çeşitli nikbetler yüzünden hayata küsmüş eski bir yargıç. Az
konuşan, çatık kaşlı, hareketlerine akıl erdiremediğim bir insan. Annem, bu
yabani dünyada aşinası olmayan bir hasta kadıncağız. Silik, mızmız. 12 Aralıkta
doğan çocuk itilmiş, kakılmış, düşman bir dünyada dostsuz büyümüş. Daima başka,
daima yabancı. Hasta bir gurur. Pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh.
Düşman bir çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düşünceye ve
edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmiyorum. Yaşamak için kendime bir dünya
inşa etmek zorundaydım. Böyle bir kaçışı kolaylaştıran tesadüfler de var. Babam
akşamları aileyi toplayıp kitap okuyor, Zehra ablam fenni terbiye ve ruhiyat
gibi konularla uğraşmaktadır. Amcam Hamit Beyin kitapları genç tecessümü
alevlendiren bir hazine. Anlıyorum ki
zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi, reel dünyadan kitaplar
dünyasına sığınmak. Okumayı Mehmet Emin Yurdakul’un 1915’te çıkan
( Türk Sazını ) heceleyerek öğreniyorum. Bağıra çağıra okuduğum o
manzumeler edebiyat dünyasında ilk kılavuzum olacaktır.’[5]
Cemil Meriç’in lise yılları ise akrabalarının yanında Antakya’da geçer.
Onun okuduğu yıllar Fransızların, memleketin kayıtsız şartsız efendisi olduğu
yıllardır. Okulunun ismi bile Antakya Sultanisi’nden Lycee d’Antioche olmuştur.
Türkçe, Arapça, Tarih dışında bütün dersler Fransızca okutulmaya başlanmıştır.
O yıllarda Fransızca bildiniz mi, önünüzde tüm kapılar açık demektir. Cemil
Meriç de okuma aşığı olan biriydi. Okumalarının yanında yazı yazmakta da
ustaydı.
Lise yıllarında da çok fazla kitap
okuyan Cemil Meriç yazı hayatında ilk gurur darbesini de lisede yemiştir. Lise
üçüncü sınıfta tarihle ilgili bir kompozisyon yazması gerekir. Kendinden emin,
on beş yirmi sayfayı karalayıp takdim eder. Kağıtlar geri verilir, yine en iyi
notu almıştır: yirmi üzerinde yedi. Fakat yazdıklarının dörtte üçü silinmiştir,
kenarına da ‘ gevezelik, konu ile alakası yok, uyuyor musunuz’ gibi iltifatlar
döktürülmüştür. Bu Cemil Meriç için dayak yemekten çok daha ağır bir hareket
olmuştur. Bu olaydan sonra Cemil Meriç aklına gelenin yazı yazmak olmadığını
anlar. Kitapların üzerine daha fazla düşer…
Bu kadar çok kitap okumasının faydasını çok gördüğü gibi zararını da fazlasıyla
görmüştür. Daha ilkokulda 6 derece miyop olan gözleri ortaokulda 10 derece
olmuştur. İleri yaşlarında ise bu durum daha hazin bir hal alır…
Meriç on birinci sınıfı, birinci bölüm bakaloryayı alarak bitirir; ama
liseden mezun olamaz, çünkü aynı yıl, lise on iki sınıf olur ve ikinci
bakalorya konur. Yani bir yıl önce on birinci sınıfı bitirenler üniversiteye
girebilirken, onun on ikinci sınıfı da bitirmesi gerekir. On ikinci sınıf
felsefe sınıfıdır, bu sınıftayken, milliyetçi tutumu, yayımlanan bir yazısı ve
bu yazıda bazı hocalarına, onları yeteri kadar milliyetçi bulmadığı için sert
çıkması, parlak bir talebe olmasına
rağmen ve mezuniyetine pek az bir zaman kala, ikinci bölüm bakaloryayı alamadan
okulu terk zorunda kalmasıyla sonuçlanır. Oysa ki mektebi bitirdikten sonra
Türkiye’ye gönderilecektir.
Okuldan çıkar çıkmaz rüyalarının şehri olan İstanbul’un cazibesine daha
fazla dayanamaz ve ilk defa 1936’da vapurla İstanbul’a gider. Pertevniyal Lisesi
12. sınıfına devam eder. Hocaları, felsefede İhsan Kongar, tarihte Resat Ekrem
Koçu, edebiyatta Keyise İdali, Fransızca’da Nurullah Ataç’tır. Kum kapı ve
kadırga talebe yurtlarında kalır.Cemil Meriç Nazım Hikmet’i ise ilk defa
Nişantaşı’nda İpek Film Stüdyosu’nda görür. Şair kendisine, heyecanlarını bırakmasını
ve hayata iyi hazırlanmasını tavsiye eder. Bu tavsiye genç Cemil Meriç’i
şaşırtır, ama onu bütün ömrü boyunca da unutamaz.
İstanbul’da geçinebilmesi zordur, Mayıs ayında vapurla İskenderun’a
dönmek mecburiyetinde kalır. Aynı yıl İskenderun’un Haymeseki adlı köyünde
dokuz ay kadar ilkokul öğretmenliği yapar, hemen hemen hiç öğrencisi yoktur.
Aynı yıl İskenderun Tercüme Bürosu’na sınavla reis muavini olur. Türkçe basını
Fransızcaya çeviren bir ekibin başındadır. Bu arada tercüme odasına gelen
Fransız basınını da günü gününe izlemektedir. Putları kırılan göçmen çocuğu
yeni bir put bulmuştur, kendisine: Sosyalizm. Ruhunu Fransa’ya gitme hülyaları
kaplamıştır. Ancak beklenmeyen bir telefon görüşmesiyle görevine son verilir ve
istemeyerek kısa bir süre Aktepe Nahiye Müdürlüğü yapar.
Milletler Cemiyeti’nden bazı üyeler Aktepe’ye geldikleri zaman bir Nahiye
Müdürü’nün evinde Freud ve Marx’ın kitaplarını görünce hayretlere düşmüşler ve
bu şaşkınlıklarını ifade etmekten kendilerini alamamışlardır.
Hatay, artık Cumhuriyet Türkiye’sinin bir parçasıdır. Reyhanlı’ya anne
babasının yanına dönen Cemil, az sonra Nadide ablasının Batı Ayrancı Köyündeki
evine yerleşerek köye ilkokul öğretmeni olur. Para kazanmak için eski harfli
Adliye Kütüklerine göz nurunu dökerek onları yeni harflere çevirir. Cömert,
misafirperver, müşvik ve yiğit Eniştesi Şamo Ağa bu monoton köyde gönlüne su
serpen bir insanlık anıtıdır.
Ve 1 Nisan sabahı evinin aranışı. Kitapların Odise ve İlyada’da dahil,
polis tarafından iki çarşafa bağlanarak götürülüşü. Nezaret, hapishane.
Yıl,1939.
Cemil Meriç şair doğmuştu onun için şiir yazmak konuşmaktan da kolaydı.
Bakın nezarethane geceleri ona hangi duyguları ilham ediyor.
‘ Gölgeler birer birer eriyor sokaklarda
Çınlıyor bir bekçinin düdüğü uzaklarda
Yaşaran gözlerimle dışarı bakıyorum
Bir cigara sönmeden birini yakıyorum
Dışarıda karanlıklar korkuyla emekliyor
Dört duvar, dört Azrail başımızda bekliyor
Hastayım yanan alnım pencereye dayalı
Önümde ailemin dolaşıyor hayali,
Yatmak mı? O ne mümkün, sabah gelse diyorum
Titriyor inliyorum,
İnliyor titriyorum’
Üç buçuk ay kadar süren tutukluluk ve duruşmalar sonunda Cemil Meriç
beraat eder. ‘Beraber yargılandığı kişilerin bir kısmı Suriye’ye geçti diyor
Kemal Sülker. Bir kısmı eski kişiliklerini kaybedip, sessiz- sönük insanlar
oldular. Ama Cemil Meriç samimi ve dürüst kişiliğinden hiç taviz vermedi.’
‘Mahkemede Marksist olduğunu haykırdı zaman tek işçinin elini sıkmış
değildi. Sadece namuslu olmak, ‘korktuğu için sustu’ dedirtmemek istiyordu.
Zaten yaşanılmaz bir dünyada idi artık, cinsi buhran, ruhi buhran… En küçük bir
pırıltı yoktu hayatında. Bir sığınaktı Marksizm, bir kaçıştı, bir yaşama
gerekçesiydi, belki de inanıyordu Marksizme. Eziliyordu ve ezilenlerin
yanındaydı… Kitaplardan tanımıştı Sosyalizmi. Ne kadar anlamıştı anlayabiliyor
muydu? Sınıf kavgası yoktu Hatay’da, çünkü sınıf şuuru yoktu. Marksizm,
gerçekten meçhule yani rüyaya kaçıştı. İnsanları seviyordu. Ama sığındığı her
kale insanlardan biraz daha uzaklaştırıyordu
onu.
Beraat etti. Ne var ki bütün dostları, bütün tanıdıkları selamı sabahı
kestiler. 20 yıl bir Jan Valjan hayatı…[6]
Yıl 1940… Hatay’ın gayet çalkantılı siyasi yazgısından şahsına düşen
büyükçe bir payı, gençlik yıllarına mahsus kahredici hatıralar arasından
silebileceği umuduyla İstanbul’a adım atmış bir Cemil Meriç vardır karşımızda.
24 yaşındadır. İstanbul’da Yabancı Diller Yüksek Okulu’na burslu bir
öğrenci olarak kaydını yaptırmayı başarmıştır. Tarlabaşı’nda küçük bir
pansiyonda kalmaktadır. Geçmişin, omuzlarını çatırdatan o ezici ağırlığına
rağmen yaşamaya, nefes almaya çalışan, ayakta kalmak için didinip duran bu genç
adam o denli yorgundur ki, kendisini o denli yorgun hissetmektedir ki başını
çevirip arkasına bakmak bile istemez. Yaklaşık çeyrek yüzyıllık geçmişinde bir
tek ferahlatıcı hatıra bulamamaktadır çünkü.
Teşekkürler cemil mericle ikgili arastirma yapiyordum cok faydasi oldu
YanıtlaSilİlginiz için ben teşekkür ederim sema hanım araştırmanızda başarılar dilerim
SilYeni neslin Cemil Meriç' i örnek alması gerektiğini düşünüyorum.
YanıtlaSilHiç bıkmadığı okuma aşkını öğrenip, boş zamanlarını nasıl değerlendirdiklerini gözden geçirmeleri gerekiyor.
Hayranlık duyduğum bir insan.Bilgilerin için teşekkürler...
Düşüncelerinize katılıyorum sayın hocam ilginiz için çok teşekkür ederim
YanıtlaSil